İçimde büyük bir sıkıntı ile uyandığım bir sabah daha. Artık katlanamıyorum, kat-la-na-mı-yo-rum. Tüm bu zırvalıklara tahammül edebilecek tek bir saniyem bile kalmadı. Ne büyük hayallerle başlamıştım oysa ki bu eğitime ben. Bana söylenenleri kulak arkası ede ede hem de. Haklılarmış. Yapmak istediğim şey buydu ve bir aidiyetim vardı buraya. Ama, sonra ne oldu? Tek tek yüzüme çarpmaya başladı karanlık yüzü akademinin. Tek tek…Her gün yavaş yavaş öldürürcesine…Hani çok istiyordun be kızım? Ne oldu sana böyle? Her gören “neyin var?” diye soruyor. Şimdi ne dememi bekliyorsunuz: “Siz, hepiniz yaptınız bunu mu?” Yüzlerine haykırmak isterken susmak zorunda olmak ne zor biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz ki, sahi?
Yatağımda dönüp duruyorum. Buna bir son vermem gerekiyor artık. Bu acıya bir son vermem gerekiyor. Hayır bugün derse gitmeyeceğim işte. Bu bir ilk. Telefon akşama kadar susmayacak biliyorum. En iyisi kapatmak o nedenle. Ulaşılabilir olmak istemiyorum. Büyük bir darbe alacaklar, her an istedikleri için koşan ben, herkese koşan ben, derse ilk gelen ben… Ama elim kolum kalkmıyor işte. Yüzlerini görmek, seslerini duymak istemiyorum. Ne ara tiksindim bu kadar? Nasıl bunca zaman içime attım böylesine? Ee işte sonunda olacağı bu ya. Ne diyorlardı: “duygularını zamanında yaşamazsan, sonra büyük bir patlama yaşarsın.” Bomm. Patladım. En iyisi uyumaya çalışmak. Kuzu falan mı saysam? Yok olmuyor. Ol-mu-yor. Beynimi bir türlü susturamıyorum. Akşamdan sabah giymek için hazırladığım kıyafetlerim yeşil çalışma sandalyemden meraklı gözlerle bana bakıyor. Baya gözlerini dikmiş ne yapacaksın şimdi dercesine bakıyorlar. Kazağımda bir yüz görüyorum sanki, kaşlarını çatmış. Sen bunu nasıl yaparsın diye parmak sallıyor bir de bana. Kazak parmak sallıyor? İyice uçtun be kızım. Sahiden uyusan iyi olacak gibi. Halüsinasyonlar falan da görmeye başladın. İnşallah şizofreniye doğru falan gitmiyorsundur. Yüksek lisans yaparken çıldıran kız olarak haberlere çıkmak, gazetelerde manşet olmak istemezsin heralde. Evet, şu an bunları düşünmenin tam da yeri. Bu duygu da neyin nesi şimdi? Suçluluk is that you? Şunu bir alabilir miyiz buradan ya, istirham ediyorum alalım alalım alalım. Durum iyice vahimleşmeye başladı. Şimdi kimden istiyorum ki bunu ben?
Off hala uyuyamıyorum işte. Ne yapsam olmuyor. (Bu esnada yorganı iyice kafasına doğru çeker. Off. Puff. Yorganı tekmeler) Kötü ruh falan mı kaçtı acaba içime? Buldummmm. Adaçayı yakayım. Evet evet dahiyane bir çözüm. Kötü ruh falan kalmaz. Biraz da sirkeli su ile buraları sildim mi tamamdır. Elim kolum kalkmıyordu ya benim nasıl olacak? Geldi bir can, hadi kaçırma kızım. Yoksa bi-polar mıyım? Psikolojik bir teşhis koymanın ne yeri ne de zamanı şimdi, öyle değil mi? Hadi kalk kalk. Hoooppp. Afferin kızım be sana. Şimdi hemen adaçayımızı alalım vee yakalım. (Kalktığında önce bir sendeler, bir baş dönmesi hisseder. Düşmemek için yatağına tutunur.)
-Nereden çıktı şimdi bu baş dönmesi? Ee onca stres üzerine tabi olacağı buydu. (Bir süre yatağında oturmak durumunda kalır. 15 dakika kadar sonra kendine gelmeye başlar)
-Tamam şimdi kalkabilirim artık geçti gibi. Allahtan evde kimse yok da bu halimi de bir gören olmadı. Neredeydi bu adaçayları? (Kilerde adaçayını aramaya koyulur) Hıh, tamam tamam buldum işte. Bolca alayım. Çakmak da şurada işte (ilk çekmeceden alır çakmağı da ve odasına geri gelir adaçayını yakmak üzere)
-Ey kötü ruh! İçimdeysen lütfen çık.
-Ey kötü ruh! İçimdeysen lütfen çık.
-Ey kötü ruh! İçimdeysen lütfen çık.
-Bunlar nasıl saçma cümleler. Ey ruh falan, sözde bilim insanı olacak bir insana şu sözler hiç yakışıyor mu? Sahiden aklını kaçırdın kızım sen bak. Apaçık aklını kaçırdın.
-Ben aklımı kaçırmayayım da kim kaçırsın?
Bir rahatlama geldi gibi sanki be. Ohhh…Bir yük kalktı gibi biraz he, ne dersin? Mis gibi de koktu. Pasparlak bir fikir daha. Ben bu adaçayını, sirkeyi alıp okula gideyim en iyisi. Şahane bir fikir. O nasıl kötü enerjili bir bina öyle. Her girdiğimde içim daralıyor, ruhum sıkışıyor. Sanki ruh emiciler orayı ele geçirmiş gibi. Harry’nin ruh emicileri gelse bizimkilerin önünde saygılar eğilir, “siz varken bize iş düşmez üstat” diyerek çekip giderlerdi. Gülmeyin valla öyle. Delirdiğimi falan düşünecekler ama doğrusu delirdim. Beni siz delirttiniz, evvet sizleeerr…
Şahane görünüyorum. Tam da adaçayı yakma kombini hazırlamışım dün kendime. Elbette ki her iş gibi bunun da bir kombini var. Acaba kendime bir de cadı şapkası mı alsaydım? Zaten insanlar cadısal yeteneklerim olduğunu düşünüp duruyorlardı. “Nereden bildin şimdi sen bunu? Nasıl da hissettin?” Şapka ile beraber şüpheye hiç mahal kalmazdı. Tabi canım cadıyım ben, cadııı. Bol bol alayım, anca temizlenir oranın enerjisi. Adaçayı tamam, sirke tamam, bez tamam, çakmak tamam, kase tamam. Ee hadi o zaman yola koyulalım. Geçerken bir tutam ökseotu, bir kurbağa bacağı da almayı unutmayayım. Ah kazanımı ise neredeyse unutuyordum. Cafer hadi gidelim. Şimdi Cafer kim merak edersiniz. Ee her cadının bir uçan süpürgesi olur, öyle değil mi? Komikliğim de her zamanki gibi üzerimde. Çok da ciddi bir iş üzerindeyim oysa ki. (Beyni öylece ondan uzaklaşıp gitmiş gibi yola koyulur)
İşte geldik şu lanet okula. İkinci ders başlamadan önce herkes sınıftan çıkmıştır. O arada sınıfı kilitler bu işi hallederim. Hadi bakalım. Önce etrafı bir kontrol edelim, kimsecikler görünmüyor. “Çattt!” Eyvah, çok sert kapandı kapı. Birisi gelmese bari. Hemen işe koyulmalıyım. Önce kapıyı kilitliyoruz. “Çıkırt.”
-Ey kötü ruhlar!-çünkü burada çok sayıda var-Lütfen burayı terk edin.
-Ey kötü ruhlar! Lütfen burayı terk edin.
-Ey kötü ruhlar! Lütfen burayı terk edin.
Hşşttt.. Biraz daha sessiz. Az daha yakayım hiç bir şey değişmedi sanki. Eyvah! O çalan da neyin nesi? Ne yapıcam şimdi? Bu işi bugün ne olursa olsun bitirmeliyim. Bir kere başladın be kızım, iyice arınana kadar bırakmak yok. Biraz daha biraz daha. Gitmiyor işte gitmiyor.
(O esnada yangın alarmının çalması ile beraber odalarından fırlayan hocalar adaçayı kokusunu takip ederek dersliğe doğru gelirler. Odayı açmak isterler, kilitlidir. İçlerinden birisi telaşla dersliğin anahtarını alır gelir. Fakat o da ne anahtar kapının arkasındadır ve kapının arkasına sandalye ve masalar yaslanmıştır. Perdenin aralık kısmından içeride Bahar’ın kendinden geçmiş bir şekilde bir şeyler mırıldandığını, ve de sanki ruhları kovuyormuşçasına elinde adaçayı ile gezindiğini görürler.)
-Eyvah geliyorlar. Hayır henüz giremezler, işim daha bitmedi ki. En iyisi şunları kapının arkasına ittireyim de giremesinler. Yine dahiyane bir fikir.
-Bahaaarr, ne yapıyorsun kızım? Adaçayı da nereden çıktı şimdi? İyi misin ses ver bize?
-İyi olup olmadığımı mı soruyorsunuz. Sahiden umrunuzda mı? Bıraksak mı artık şu numaraları. (kendi kendine mırıldanır)
(Cevap gelmeyince iyice endişelenirler. O esnada sirkeli bez ile etrafı silmeye başlar Bahar sanki bir kan lekesini çıkartıyormuşçasına bir halde)
-Şimdi sırada sirke ile buralı silmek kaldı. Sonra çok teşekkür edecekler bana. İyice uğursuz bir yer olup çıkmıştı burası. Gerçiii, onları da silmem gerekebilirdi o zaman.
(Aşağıdan bir görevli çağrılarak sınıfın penceresi kırılır. Çatttt!)
- O da ne? Eyvah pencereden girmeye çalışacaklar. Acele etmeliyim.
(Tuzla buz olmuş pencereden içeri girer hocalardan bir tanesi. O yoğun koku boğazını yakar. “Adaçayı ve sirke mi? Ne yapıyor bu kız Allah aşkına delirmiş olmalı?” der.)
-Bahaar hadi artık dur kızım. Ne yapıyorsun böyle?
- Etrafı temizliyorum hocam.
-Adaçayı ve sirke ile mi?
- Evet hocam. Kötü ruhlar için bu ikisinin birebir olduğunu okumuştum.
-Kötü ruhlar için mi? Kötü ruhlar da ne demek? Sen iyi misin? Hadi söyle ne istersin, ne yapalım senin için? Gel şöyle bir oturalım önce, sakinleşelim.
- Hiç olmadığım kadar iyiyim hocam. Bir rahatlama geldi sanki. Kötü ruhlar terk etmeye başladılar gibi burayı. Ne dersiniz?
- Bahaar, hayatında yolunda gitmeyen şeyler mi var? Konuşmak ister misin biraz? Aileni çağıralım mı çok iyi görünmüyorsun?
-Yoo, her şey yolunda hocam, her şey. Hem burada nasıl olmasın, değil mi?
(Önce kocaman kahkahalar, sonra hıçkıra hıçkıra gelen bir ağlama. Başını kaldırmaya çalışır ama göz kapaklarının üzerine ağır bir perde çekilmiş gibidir. Midesi bulanır, kulaklarında tiz bir çınlama yankılanıyordur. Etrafındaki sesler giderek uzaklaşmıştır, ve bedeninin ona ait olup olmadığını bile anlayamıyordur artık. Bir adım atmak ister, ama dizleri boşalır. Dünya kapkaranlık bir yer haline gelir. Sonrası ise baygınlık. Eyvah! Masa ve sandalyeler kapının arkasından ittirilir. Hocalardan bir tanesi hemen ailesine haber verir. Bir diğeri hemen kucağına alarak hastaneye doğru yola çıkartır. Büyük bir telaşla hastaneye gelen annesi bugüne kadar kızlarına neyi olduğunu sormadıkları için çok pişmandır. O esnada okul da ayağa kalkmıştır tabi. Herkes meraklı gözlerle bakar kapıdan hocası kucağına almış çıkarırken Bahar’ı. Hayır şimdi hiç de zamanı değil dedikodunun)
…
-Neredeyim ben? Ne oldu bana böyle? Bir şeyler hatırlıyorum sanki. Adaçayı, sirke, bez, okul…Gerçek miydi, yoksa rüya mı? Masamın üzerinde duran o sarı bez de neyin nesi?
THE END
(Gerçek kişi ve olaylarla hiçbir ilgisi yoktur. Gerçek hislerden ve isteklerden esinlenilmiştir yalnızca. İlham olanlara teşekkürler :))
Share this post