Hiç içinizde bir yangın olduğunu hissettiğiniz zamanlar oldu mu, alevlerin neredeyse tüm bedeninizi kapladığını hissettiğiniz? Olduysa eğer beni çok iyi anlayacağınıza eminim. 2 ekimde terazi burcunda bir güneş tutulması yaşandı ve aynı zamanda yeniay günüydü. 18 eylülde de balık burcunda bir ay tutulması gerçekleşmişti. Güneş tutulmaları en az 1 yıl etkili iken ay tutulmaları ise en az 6 ay etkili oluyor ve de haritada temas ettiği noktalar varsa daha da önem kazanıyor bu tutulmalar; kişinin hayatında bir şeylerin zamanının geldiğini gösteriyor. Güneş tutulması yeni başlangıçlar, yeni kapılar demek. Yeni başlangıçlar, yeni kapılar da eskinin sona ermesi anlamına geliyor. Ay tutulmaları ise bir hasat mevsimi gibi (Barış İlhan). Şimdi bunlar ne alaka derseniz aslında çok alaka. Balık burcundaki ay tutulması 7. evimde gerçekleşmişken bu Güneş tutulması ise 1. evimde gerçekleşti. Yani ard arda 1-7 aksından etki aldım demek bu. Sene başında bir analiz yaptırmıştım. O analizde şu cümleler yer alıyor bu iki astrolojik olaya ilişkin:
Eylül ve Ekimde yaşayacağımız tutulmalar sizin 1-7 aksınızı aktifleştirecek. Ve özellikle Balık tutulması 7. Ev giriş çizginizde olmasıyla sizin ilişki ve evlilik gündemlerinize dair bir döngüyü kapattığınızı göstermekte. Balık etkisi sonlanmak, bitirmek, tamamlamak ile de ilgilidir. Zaten Ay düğümlerinden yana da benzer etkiyi aldınız. Bu tutulmayla birlikte bazı karmik blokajların çözülmüş olacağı, sizin de genel olarak akışa izin vermeye başlayacağınız hatta bunun hayatınıza getirilerini göreceğiniz, esnemeye başlayacağınız, ilişkilerinizde duygusal alanınıza daha çok önem vermeye başlayacağınız ve bunun daha uyumlu olduğunuzu hissettirdiğini fark ettiğiniz süreç olacak görünüyor. Etkileri birden reel görünmeyebilir ama yıl sonu genel olarak bu enerjide olacak. İlişkilere dair de insan sirkülasyonunuza dair de bir tamamlanma, dengelerin oturması etkisi söz konusu.
Tabi öyle ha deyince bir şeyler düzelip, bir denge oturtulamıyor. Fakat yine de ilişkiler anlamında bakış açımı değiştirmeye çabaladığım günlerdeyim. Umarım sahiden de şu karmik blokajlar bir nebze de olsa çözülmeye başlamıştır. En son Bağlanma kitabını okudum ve üzerine epey de yazdım hatta. Bağlanma stilleri, bunun ilişkilere etkisi üzerine o kadar düşünmeye başlamışım ki gördüğüm videoları, çocukların davranışlarını bu bağlamda ele almaya başladım. Öte yandan evde çocukların olmasından istifa ederek gözlem şansı elde ediyorum (Büyüyünce Piaget olma hayallerim son sürat devam :)). Deniz Alp-annemlerin baktığı bebe- annem ya da babam istediğini yapmadığı zaman, hoşuna gitmeyen bir şey olunca direk “seni sevmiyorum, sen çok çirkinsin/kötüsün” diyor. Bu bana bazı yetişkinlerin - yetişememiş olanların yani- nasıl da aynı davranış kalıplarını devam ettirdiğini gösteriyor. Biz yaşı ilerlemiş olanlar da tıpkı bir çocuk gibi tutturabiliyoruz. Hayattaki her şey aslında başka şeyler üzerinde düşünmeyi getiriyor. Hayatın bu bütünselliği beni çok büyülüyor. Her neyse Bağlanma’ya geri dönelim. Bu kitap ilişkileri bağlanma stilleri açısından ele alan bir kitap. Kitabı okuyunca güvenle kurulmuş bir bağın ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Tansiyon üzerinde etkisi var, kan basıncı ve hormon üzerinde etkisi var, yaralar daha çabuk iyileşiyor, daha az hasta olunabiliyor. Çeşitli çalışmalar da anlatılmış. Mesela bir çalışmada partnerler birbirlerine planlarından bahsediyor ve destek gören kişinin haliyle o planı gerçekleştirebileceğine yönelik inancı da gelişiyor. Görüşme öncesine göre kendilerine daha güvenir hale geliyorlar. Kitabın içerisinde bağlanma stilinizi keşfetmeye yarayan bir de anket var. Partnerinizin ya da çevrenizdeki insanların da bağlanma stillerini keşfedebilmeniz mümkün. Böylece aslında yapılan davranışların altındaki nedenlere, yani görünenin ötesindeki şeylere ulaşmak mümkün. Öte yandan tamam bu kişi kaçıngan bağlanmış, ebeveynleri şöyle yapmış aman da canım diyerek ihtiyaçlarınıza karşılık vermemesi ya da yakınlık ihtiyacınızı karşılamaması karşısında her şeye de göz yumulabileceği anlamına da gelmiyor. Hepimizin yaraları var, iyileştirmeye çalışıyoruz. Lütfen bir zahmet herkes artık yetişkinlik çağına geldiğinde kalkıp da bir yaptıklarını sorgulasın. Biraz sert mi oldu? Ama öyle. Çünkü hep biz suçlu, hep biz anlamamış, hep biz yetersiz olamayız.
Bağlanma stillerine aşina olmama ve kendimdeki bazı davranış kalıplarının ve de nedenlerinin farkında olmama rağmen bu kitap bana daha derin bir anlam kazandırdı kendime dair. Yaşanan şeyler karşısında onun nedenlerini anlamaya, bu anlamda içime dönüp orada neler olduğuna bakmaya önem veriyorum ve elimden geldiğince bunun için çabalıyorum. Yaşadığım hazin ilişki sonrası ise bunu oldukça abartmıştım. Ne olup bittiğini asla tam olarak anlayamamıştım. Çok saçma geliyordu. Düşünsenize hayatınızı geçireceğinize inanıp bu yönde planlar yaptığınız adam biraz sonra başkasına evlenme teklif ediyor :( Kendimi çok suçladım, defalarca düşündüm üzerinde, her olayı her detayı hatırlamaya çalışarak. Geçmişe nazaran değiştiğimi biliyordum, mesela uzlaşamadığımız bir nokta olduğunda konuşmaya ve sorunu çözmeye çalışıyordum. Bir fevrilikle pişman olacağım hareketler yapmamıştım. Fakat her şey rüya gibiyken neden olmamıştı? Nasıl ayaklarım yerden kesilmiş gibiyken birden yere kapaklanıvermiştim? Yaşadığımız her olay bize bir şey öğretiyordu neticede ve karşımıza çıkan her insan da bizim bir yansımamızdı. İçte ne varsa dışarıda da o vardı. O yüzdendi işte bunca sorgulamalarım. Hem herkes de bangır bangır bunları söylemiyor muydu? Sen kendini sevmezsen başkası nasıl sevsin..? Böyle bir söyleme karşın Özge Orbay’ın bir cümlesi çok hoşuma gitmişti: “Belki biri seni çok sevecek ve sen de kendini sevmeyi ondan öğreneceksin.” Olamaz mı sahiden?
Hiç aile dizimi yaptırdınız mı? Ben bir kere deneyimledim bu meseleden sonra. Babamın beni paylaşmak istemediği ve benim de babamı kurtarmaya çalıştığım çıkmıştı, tam bir çözülüm sağlanamasa da. Partnerimi canlandıran kişinin istemeyerek gittiğini ve gözlerinin dolduğunu görmüştüm. Bu, beni çok etkilemişti. Aile diziminden sonra bir hafta üzerinde konuşulmuyor, kimseyle paylaşamıyorsun herhangi bir detayını. Bu süre geçtiğinde babama, “baba sen beni kimseyle paylaşmak istemiyormuşsun”dediğimde inkar etmedi, ses çıkarmadı ve üzerine tek yorum bile yapmadı. Aslında o beni terk etmiş gibi görünse de gerçek başkaydı. Tüm bunlara inanmak ve haklılık payı vermekle beraber bir yandan da yine kendimizi suçlamalarımızı da tetiklediğini düşünüyorum. Evet bizle ilgili, kendimize dönüp bakalım, kendimizden nerede fazla ödün verdik, kendimizi nerede kaybettik bir durup düşünelim fakat aldatanın suçu yok mu? Tek kabahatli biz olamayız öyle değil mi?
Geçtiğimiz akşam bir video çıktı karşıma Pera Palas’tan: ‘Tüm karşılaşmalar mana aleminde çoktan yazılmıştır.’
Şu konuşmalar geçiyor videoda:
Birini tanımak birine güvenmek için ne kadar vakit geçmesi lazım?
Bilmiyorum
Bir an, sadece bir an kafi. Neden biliyor musun?
Neden?
Çünkü biz aslında burada tanışmıyoruz. Sadece karşılaşıyoruz ve birbirimizi hatırlıyoruz.
Videonun paylaşıldığı postta da şu sözler yer alıyor:
”Tüm karşılaşmalar mana aleminde çoktan yazılmıştır.”
Ve ruhlar her zaman hatırlar. Kişileri ve verdikleri sözleri. Göz göze değdiği anda hatırlarlar. Hani bazen deriz ya ‘sanki seni yıllardır tanıyor gibiyim.’ diye. İşte tam da olan budur. Sadece yıllardır değil, asırlardır ve de yaşamlardır tanırız birbirimizi bazen.
Tam bağlanma sistemimi oturtmaya çalışırken karşıma çıkan bu video hiç iyi olmamıştı. Ben tam olarak böyle bir insandım. Çünkü zaten çok ruhsal bir deneyim yaşamıştım ve insanların arasında ruhsal bağlar olduğuna derinden inanıyordum. Göründüğümüz kadar olamazdık, birisinin bize bunca aşina gelmesinin bir nedeni olmalıydı. Bu videodan sonra bir gönderiye denk geldim: “Doğum haritasında Juno-Neptün kavuşumu olanlar ruhsal bir deneyim yaşarlar. Eşlerini rüyalarında görebilirler” şeklinde bir cümle idi. Bu aldığım 2. darbe olmuştu. Hiç İskender Pala’nın Katre-i Matem, Babilde Ölüm İstanbulda Aşk, Kitab-ı Aşk kitaplarını ya da Nazan Bekiroğlu La, Yusuf ile Züleyha okudunuz mu? İlk görüşte aşklar, nasıl derin bağlar, yanıp yanıp vazgeçememeler… Çöllere düşen Mecnun, dağları delen Ferhat…Derindi işte hepsi, özünde derindi. Aşkın öyle büyük, öyle ulvi bir şey olduğuna inanmıştım. Bana artık kalmadı öyle şeyler diyorlardı, ben inatla böyle büyük aşklara inanmaya devam ediyordum. Tıpkı bir kaçıngan gibi- günün birinde öyle bir aşk yaşayacaktım ki…Görür görmez tanıyacak, ve sonra her şey aniden bir masala dönüşüverecekti. Nitekim dedim ya çok ruhsal bir deneyim yaşadım diye, aylar öncesinden tanışacağımı hissetmişliğim, okulda yanımda hissedip saçma bir şekilde aniden dönüp etrafa bakmışlığım var. Tanışmadan hikaye yazıp hikayedeki bazı detayları aynen yaşamışlığım ve aramızda bir mavi ışık çıkması olayı da… Ruhum sahiden tanımıştı, o anı daha önceden yaşamış gibiydim. Başka bir aleme gitmiş ve sonra tekrar o ana dönmüş gibi hissetmiştim. Gel gör ki onun ruhu beni tanıyamamıştı. İyice inanır olmuştum bu masallara ve ruhlara. Ruhlar dünyasına derin merak salmıştım. Çok şey borçluyum. Hayatımda bir eşikti. Demiştim ya benim dönüşümlerim en önem verdiğim yerden, kalbime vurulan darbelerden geliyor. Ben yıllarca Leyla gibi dolaştım. İçimdeki aşk duygusu ile tanışmıştım. İnanılmaz güzel bir duyguydu. Gökyüzüne bakıp sırıtarak yürümeyi de öyle öğrendim. Bazı şeyleri de hissediyordum ona dair. Mesela nişanlanacağını hissetmiştim, aniden şıp bilgi gelirdi. O gün hiç üzülmedim. Çünkü aylar öncesinde o benim için artık bitmişti. Ruhlardan elimi eteğimi çekmiştim biraz. Hayatın yükü fazla ağır gelmeye başlamıştı zaten. Tezim, Denizli’ye dönüşüm... Ne birisinin unut demesiyle ne de kendimin unutmalıyım artık demeleriyle geçmedi. Kendiliğinden, artık bir noktada görmezden gelinmenin ve anlaşılmamanın canımı daha fazla acıtmasına imkan kalmadıktan sonra zamanla söndü içimde. O bana dürüst olmuştu aslında. Ben kendi içimde bir aşk büyütmüştüm sadece. Sahiden ilk görüşte heyecandan dilim tutulacak kadar. Çok güzel heyecanlar. Hala öyle düşünüyorum. Fakat bağlanma sistemlerimiz açısından düşününce o ruhsallıkla sistemin tetiklenmesi tam olarak nasıl ele alınmalı bilemiyorum. Bazen sadece bir tetiklenme, belki de sistemin harekete geçmesi, hepsi bu.
Günümüzde ruhsal aşklara, ruh ikizi, ruh eşi gibi şeylere olan ilgi oldukça arttı. Eskiden de bu kadar var mıydı, bunları kim ortaya attı, nereden çıktılar bilmiyorum. Çok uzun süre ben de gittim bunların peşinden. Ruh eşini hiç öyle ponçik bir kavram olarak ele almadım fakat. Ruhunu derinden sarsan, seni kendine getirmek için gelen ve görevi bitince giden kişi olarak düşündüm. O yüzden zordu. Aşkı da acısı da büyüktü. Baksanıza zaten o büyük aşklar hep acılı değil mi? Kavuşamamak, yarım kalmış hikayeler onu hep bir idealize etmeyi de getirmiyor mu? Şöyle güzel olabilirdi, ama da şöyleydi…Eskiden bağlanma stilleri üzerine düşünülmemiş tabi. Kimse Mecnun kaygılı bağlanma stiline sahip o yüzden böyle davranıyor falan gibi şeyler dememiş. Biz de içimizde o bir şeyleri romantize etme ihtiyacıyla “ooaaa”olmuşuz bu hikayeler karşısında. Ben öyleydim en azından. Nev abimiz de ne demiş: “Ey aşk sen nelere kadirsin” :) Peki, neden bu kadar romantize etme ihtiyacındayız? Hiç biz kadınlar gibi romantize eden erkekler de var mı? Bunca ruhsal söylem de bizi o prens ya da prensesin bir gün geleceği hayaliyle negatif etkilemiyor mu? Ruhsallık ile realite arasındaki dengeyi nasıl kuracağız?
Tekrar kitaba dönecek olursak…Kitabı okuyunca kendimi suçlamalarımın oluşturduğu yük bir nebze hafiflemişti. Mesela kaçıngan bağlanma stiline sahip kişilerin partnerin negatif yönlerini görme ve negatif değerlendirme meyilinde olduğunu, konuşmak yerine uzaklaştıklarını, hemen aa bu o değilmiş diyerek kestirip atabildiklerini, o eski hayalet sevgiliye özlem duyarak partnerlerine devredışı bırakma stratejileri uyguladıklarını, olayları kendi kafalarındaki gibi ele aldıklarını ve kendi düşündüklerine inandıklarını okumuştum. Tüm bunları yaşadım. Çok melankolikmişim, söz dinlemiyormuşum ve London diyormuşum. Ama mesele bunlar değilmiş. Hayalet eski sevgili…Ya da belki hayalet gibi olan bendim. Zaten bildiğim ve hissettiğim şeylerin gerçekten de öyle olduğunu gördüm 3 gün önce. Öfkem kabardı, midem bulandı. “Niye böyle bir oyunun içine düştüm ki ben ya?” dedim, “niye?”. Hayalimdeki şeyleri bulduğumu düşünmüş, seneler önce hayatımda olacak kişiye diye aldığım sweati hiç düşünmeden ona vermiştim. İlk defa birisi için hayatıma onunla devam edecekmiş gibi hissetmiştim. İnsan tanıdık olana gider ya, kızlar babalarına benzer, erkekler annelerine benzer partnerlerle beraber olurlar ya çoğunlukla, ben de öyle bir seçim yapmıştım. Seçim denirse tabi buna. Hem her insan bizden bir şeyler taşır ya sahiden benziyorduk da bazı yönlerden. Bir yere gidecekken evi toplama, işleri yetiştirme telaşında kendimi görmüştüm örneğin, tıpkı ben gibi davranıyordu. Ben nasıl arkadaşlarımla her şey için dalga geçiyor, bir şey söylüyorsam o da aynısını bana yapıyordu. Öyle ki güneş ve ay burçlarımız yer değiştirmiş haldeydi. Astrolojik olarak baksan birbirimizi hep tanıyor gibi hissetme, yabancılamama etkileri vardı zaten. Hem zorlu, hem güzel göstergeler de. 5. ve 7. eve düşüyordu bazı gezegenlerimiz de ki bunlar oldukça ponçik şeylerdi. Ama öyle olmuyormuş işte. Astrolojik göstergeler sen kendin çaba göstermeyince bir işe yaramıyor. Ya da zorlu göstergeler kendiliğinden, çabasızca düzelmiyor. Hem öyle çabasız %100 uyumlu olmak diye bir şey mi var?
Kitabın içerisinde kaygılı ve kaçıngan bağlanma stiline sahip bireylerin ilişkilerinde neler yaşayabilecekleri anlatıldığı gibi var olan sorunları nasıl aşabileceklerine yönelik öneriler de yer alıyor. Örneğin, kaygılı bağlanma stiline sahip bir kişinin yakınlık ihtiyacının farkında olması ve partnerinden bunu istemeye hakkı olduğunu bilmesi gerekiyor. Kaçıngan bağlanma stiline sahip bir kişi negatif yönleri görme eğiliminde olduğu için partnerinin olumlu özelliklerini ve beğendiği yönlerini sıraladığı bir liste hazırlayabilir, önceden çok beğendiği kişiden şimdi neden uzaklaşma ihtiyacı duyduğunu durup sorgulayabilir. (Levine ve Heller, 2024). Öte yandan yapılan araştırmalar, bağlanma stillerinin değiştirilmesinin mümkün olduğunu göstermektedir. Birey, kendi bağlanma stilini fark ederek ve üzerinde çalışarak daha sağlıklı ilişki davranışları geliştirebilir. Her şeyin başı farkındalık :) Farkındalıkla beraber daha güvenli bağlar kurmamız mümkün görünüyor. Her iki bağlanma stiline sahip kişiler için de zaten bağlanma sistemlerinin aktive olmaması için güvenli bağlanma stiline sahip partnerler tercih etmeleri öneriliyor. Peki, biz farkında olmadan bizi harekete geçiren bir bağlanma sistemimiz varsa, bilinçdışımız sinsice bir seçim yaparken bilinçli bir seçim yapmayı nasıl başaracağız? Gülseren Budayıcıoğlu’nun tam da bunu anlatan şöyle bir cümlesi var: “Karşına 100 kişi koysalar sen gider onu seçersin, gözlerinden tanırsın onu.” Timur Harzadın da diyor ki aşk, insan beyninde genetik olarak var olan, doğuştan gelen bir duygu. Ve ekliyor: “Ancak ne zaman, nasıl ve kime âşık olunacağını, çoğunlukla bilinçli zihnimiz seçemez. Âşık olduğumuz kişiyi bize seçtiren hormonlarımız, bilinçdışımızdaki deneyimler ve çocukluk anılarıdır” (Harzadın, 2022, s. 23). Hadi şimdi çık çıkabilirsen işin içinden. Help me :)
Farkındalıkla beraber daha güvenli bağlar kurmamız mümkün görünüyor demiştik. Bununla birlikte güvenli bağlar kurmamızı destekleyecek en önemli şeylerden birisi ise sağlıklı iletişim. Sağlıklı iletişimi geliştirebilmek noktasında da Marshall B. Rosenberg’in Şiddetsiz İletişim kitabı, güvenli bağlanma ve sağlıklı ilişkiler için temel bir araç olarak değerlendirilebilir. Kitap, iletişimde empatiyi, karşılıklı anlayışı ve samimi bir bağ kurmayı ön plana çıkarmaktadır. Şiddetsiz İletişim modeli, insanların ihtiyaç ve duygularını açık ve yapıcı bir şekilde ifade etmelerine olanak tanırken, diğerlerinin ihtiyaç ve duygularını anlamaya yönelik de bir çaba içermektedir. Rosenberg (2023), çatışmaların temelinde anlaşılmayan ya da ifade edilemeyen ihtiyaçların yattığını vurgulamaktadır ve şiddetsiz iletişimin 4 ögeden oluştuğunu söylemektedir: gözlem, duygu, ihtiyaç ve istek/rica. Gözlemde işin içine yargı ya da değerlendirme karıştırmadan o kişinin hoşumuza giden ya da gitmeyen eylemini söylemek önemlidir. Sonraki adımda bu eylemi gözlemlediğimizde ne hissettiğimiz ifade edilmelidir. Üçüncü olarak tanımladığımız bu duygu ile ilgili ihtiyacımızı dile getiririz. Ve son olarak da tam olarak ne istediğimizi belirtiriz (Rosenberg, 2023). Bu kitabın sağlıklı iletişim kurabilmek noktasında bizler için oldukça yol gösterici olduğunu düşünüyorum. Kitabın içerisindeki örnekleri okuduğunuzda sizler de sağlıklı kurulmuş bir iletişimle meselelerin nasıl da değişebileceğini görebilirsiniz.
Bazı zamanlar, yaşayacaklarımızdan kaçamayacağımıza inanıyorum. Sanki ne yaparsak yapalım, o deneyimi yaşamaya mecburuz ve elimizden hiçbir şey gelmiyor. Bu ilişki de benim için tam olarak böyleydi. Sağlıklı bir iletişim kurularak çözülebilecek şeylerin-bana göre oldukça küçük meselelerdi çünkü- neticesinde güzel bir şey inşa etmek varken böylesine tepetaklak olmaya üzülmüştüm en çok da. Hani geçinmeye gönlü olmak derler ya, geçinmeye gönlü olmayanla geçinilmiyormuş işte. O ilişki, zincirleme bir reaksiyon başlattı; hala tüm olan bitenin nedenini tam anlamıyla kavrayabilmiş değilim. Bir gün, “O gün gerçekten çok üzüldüm, işimi ve okulumu kaybettim, tüm düzenim bozuldu ama bugün, o yaşananlar beni buraya getirdi,” diyebilmeyi umut ediyorum.
Kitabın bana olan katkısından bahsetmiştim biraz. Aslında bir katkısı daha oldu: güvenle kurulmuş bir bağa olan ihtiyacımı kendime itiraf edebildim. Henüz bu deneyimin üzerimdeki etkisi tam olarak geçmedi ve atlatamadım ama da umarım bir gün geçicek. O gün geldiğinde sağlıklı ve güvenle inşa edilmiş bir ilişki yaşayabilmeyi diliyorum. Aslına bakarsanız yakın zamana kadar aşk filmlerinden, kitaplarından, videolarından vs. hiç etkilenmemeye başlamış ben için bu oldukça büyük bir adım. Fakat yine de yeniden güvenebilmeyi, kalbimi açabilmeyi nasıl sağlayabileceğimi bilemiyorum.
Peki, sizlerin bu konuda nasıl deneyimleri var? Güvenli bağlar kurabilmişseniz bunu nasıl başardınız? Bu konu üzerine biraz daha derinlemesine düşünmek, okumak ve artık belirli kalıpları yıkabilmek arzusundayım. Bana önerebileceğiniz kaynaklar olur mu?
Dilerim ki güvenli güvenli bağlar kurar, sevmenin ve sevilmenin o içimizi sıcacık eden yumoşluğuna ve huzuruna her daim sahip oluruz.
“Harekete geçmiş bir bağlanma sistemi tutkulu aşk değildir. Bir dahaki sefere biriyle çıktığınızda, kendinizi -sırf ara sıra mutlu olmak için- kaygılı, güvensiz ve takıntılı hissederseniz, kendinize bunun aşk değil de harekete geçmiş bağlanma sistemi olmasının muhtemel olduğunu söyleyin. Evrimsel anlamda gerçek sevgi iç huzur demektir.” (Levine ve Heller, 2024, s. 90).
Sevgiler
Nurbik
Kaynakça:
Harzadın, T. (2022). Bir Sor Seni Neden Seçtim (5. bs.). İstanbul: Nemesis Kitap.
Levine, A. & Heller, R. (2024). Bağlanma- Aşkı Bulmanın ve Korumanın Bilimsel Yolları (20. bs.). İstanbul: Aganta Kitap.
Rosenberg, Marshall B. (2023). Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili (31. bs.). İstanbul: Remzi Yayınevi.
Kendimden parçalar bulduğum bir yazıydı. Zihninize sağlık.
Sorduğunuz soruları kendime çok uzun süredir başka şekillerde sorup duruyorum. Özellikle son 1 senedir bu konularda çok şey öğrendiğimi ve artık bunları kelimelere dökebilmeye başladığımı fark ettiğim de bir 6 ay geçirdim.
Ve tam şu sıralarda kendi deneyimlerim üzerinden bazı duyguları ve farkındalıkları ele alıp yazılar yazmayı düşünmeye başlamıştım. Bu yazınızı okumak ilham verdi. Sanırım ilk yazacağım konuyu buldum. Teşekkürler! :)
O kadar etkileyici, dusundurucu ve ufuk acici bir yazi olmus ki.. Bir yandan cogumuzun benzer seyleri deneyimledigini yeniden fark ederek diger yandan ask’in kendimdeki “guncel” tanimini sorguladigim, nasil baglandigimi hatta belki de baglanamadigimi ve bunu neden boyle yaptigimi/yapamadigimi, gecmis deneyimlerim ve hatta suanki yetiskinlikteki ben’i olusturan erken cocukluk zamanindaki ebeveynlerimle olan iliskilerim uzerinden bir yerden ele alarak sanirim uzun bir sure daha dusunecegim, kaleminize emeginize saglik, bayildim!